17.09.2013

Bir İntiharın Otoportresi - Bölüm 3 : Yalnızlık Paylaşılmaz

Artık bir süre rahat yazabileceğim, küçük de olsa yanmakta olan bir mumum var artık !

Son hız yazarken bu satırları, biraz ara vermek zorunda kaldım, dindarlığı ve Müslümanlığı ile övünen, benim gibi gayrimüslimleri hep ezen ve hor gören hapishane müdürü sağ olsun lütfetmiş, bana içimi dökmem için bir rahip çağırmış. Buraya kadar her şey çok güzel ve minnettarım, ta ki pederin bana sorduğu üçüncü soruya kadar…

-          Nasılsın evladım?

-          İyiyim peder, siz?

-          Teşekkür ederim. Adınız neydi?

-          Adımın bir önemi yok, siz de gardiyanlar gibi seslenebilirsiniz bana, “mahkum 192”.

-          Sen nasıl istersen.. Söyle bakalım, iyi bir Katolik misin?

-          Ben Ortodoks’um.

Söylemek istediğimi anladınız değil mi?

Biz yine dönelim Eda’ya… O konu eminim daha çok ilgi çekicidir bu yazdıklarımı okuyacak olanlar için, şahsen benim için öyle yani. Her neyse, bizim sekiz koca senemiz beraber geçti onunla, aynı sırayı paylaştık, bir nevi beraber büyüdük. Bu kadar yıl geçti aradan, sorsanız ona değil anlatacağım şeyi, beni bile hatırlamaz, buna adım kadar eminim diyeceğim ancak uzun bir süredir “mahkum 192” olarak çağırıldığım ve adımı duymadığım için, itiraf ediyorum adımı unuttum..

İşte bu nedenden dolayı peder efendiye de bana mahkum 192 diye seslenin dedim. Durum biraz vahim galiba… Her ne kadar beni hatırlamadığından emin olsam da, sonuçta bugün olduğu yere gelmesinin hikayesi sorulduğunda anlatıyordur belki de bu hatırayı, belli mi olur… Çok iyi hatırlıyorum o günü, ki hafızam fena halde zayıftır. Okuldayız, en önde oturuyoruz, coğrafya dersinden hemen sonrası. Derste öğretmen dünya küresini bizim sıramızın üzerine koymuş dersi öyle anlatmıştı, yaşıyor mudur bilmiyorum, sesi de o kadar gürdü ki öğretmenimizin, hem sesin yüksekliğinden hem de devamlı konsantre olmak zorunda kalmaktan yorulmuşuz, kürede o kadar büyük ki kafamızı koyup da bir teneffüs uykusu çekemiyoruz, oysa o 10 dakikalık teneffüste uyumak ne tatlıdır… Eda o kadar özel biriydi ki, kendimi paralıyordum ne yapıp edip onunla konuşmak için, sesini duyabilmek için, bana baksın diye. Aniden bir şey geldi aklıma:

-          Eda…?

-          Efendim?

-          Bak ne diyeceğim sana.

-          Hıh?

-          Şimdi bu küreyi son hız döndüreceğim, sonra parmağımla durduracağım. Küre nerede durursa dursun, bir gün oraya gidip oraları göreceğiz, anlaştık mı?

-          Tamamdır, anlaştık. Haydi çevir bakalım.

-          Hemen…

Öyle demişti ya, nasıl da sevinmiştim, kelimeler kiyafetsiz kalır anlatmaya, emin olabilirsiniz. Her neyse, ben öyle hızlı çevirdim ki o küreyi, dönerken öyle bir ses çıkarıyordu ki küre, hala kulaklarımda:

“sısısısısısısısısıs….”. Peki, ne mi oldu sonra? Dur, daha var oraya…

Peder efendi ile farklı mezheplerden olsak da kendisi benimle konuşmaya çalıştı. Öncelikle mezheplerin hatta dinlerin farklı olabileceğini, ancak önemli olanın tanrıya inanmak olduğundan bahsetti. Hayatı boyunca dindarlık düşüncesinden kaçmış ve dini sohbetlerden fazla haz etmeyen birisi olarak pederle din ve inanç hakkında konuşmamın tek kayda değer sebebi ölecek olmam herhalde…

İnanmak önemli, hepsinden önce inanmanın nedeni önemli bence. Mesela benim şu anda günahlarım için af dilememin ve iyi bir dindar gibi konuşmaya başlamamın başlıca nedeni ölüm korkusu. Evet, daha önce korkmuyorum dedim ama yalan söyledim. Elbette korkuyorum, kim korkmaz ki ölmekten? Ölüler tabi ki…
Bu karanlık ve soğuk hücrede olmanın elbette bir çok kötü yanı var, ancak ilginçtir ki tek bir iyi yönü de var; gardiyanların işkencelerine maruz kalmıyorsun. Elbette var işkence, yoksa siz yok mu sanıyordunuz? Kanunda yasak olabilir, ancak hapishanelerde kanun da onu uygulayan da hapishane müdürü ve gardiyanlardır. Ben de bir şeyler yaşadım tabi, idam mahkumuyum diye o kadar da ayırım yapmıyorlar diğer mahkumlarla. Bunu da anlatacağım, az daha sabır, sonuçta bir yere kaçmıyorum değil mi?

Ahahahahahahahahahahhaahahaha!!! Ölsem bile kaçamıyorum.

Şu halime bak… Sakin kalmalıyım. Soğukkanlı olmalıyım. Deliremem. Şimdi olmaz. Bir planım var, her şey yolunda gidiyor ve ben bu planı uygulayacağım. Planımı gerçek yapacağım ve tüm bu kana susamış azmanlar sinirden köpürecekler.


Az kaldı, sona az kaldı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder