Artık bir süre rahat yazabileceğim, küçük de olsa
yanmakta olan bir mumum var artık !
Son hız yazarken bu satırları, biraz ara vermek
zorunda kaldım, dindarlığı ve Müslümanlığı ile övünen, benim gibi
gayrimüslimleri hep ezen ve hor gören hapishane müdürü sağ olsun lütfetmiş,
bana içimi dökmem için bir rahip çağırmış. Buraya kadar her şey çok güzel ve
minnettarım, ta ki pederin bana sorduğu üçüncü soruya kadar…
-
Nasılsın evladım?
-
İyiyim peder, siz?
-
Teşekkür ederim. Adınız neydi?
-
Adımın bir önemi yok, siz de gardiyanlar
gibi seslenebilirsiniz bana, “mahkum 192”.
-
Sen nasıl istersen.. Söyle bakalım, iyi
bir Katolik misin?
-
Ben Ortodoks’um.
Söylemek istediğimi anladınız değil mi?
Biz yine dönelim Eda’ya… O konu eminim daha çok ilgi
çekicidir bu yazdıklarımı okuyacak olanlar için, şahsen benim için öyle yani.
Her neyse, bizim sekiz koca senemiz beraber geçti onunla, aynı sırayı
paylaştık, bir nevi beraber büyüdük. Bu kadar yıl geçti aradan, sorsanız ona
değil anlatacağım şeyi, beni bile hatırlamaz, buna adım kadar eminim diyeceğim
ancak uzun bir süredir “mahkum 192” olarak çağırıldığım ve adımı duymadığım
için, itiraf ediyorum adımı unuttum..
İşte bu nedenden dolayı peder efendiye de bana
mahkum 192 diye seslenin dedim. Durum biraz vahim galiba… Her ne kadar beni
hatırlamadığından emin olsam da, sonuçta bugün olduğu yere gelmesinin hikayesi
sorulduğunda anlatıyordur belki de bu hatırayı, belli mi olur… Çok iyi
hatırlıyorum o günü, ki hafızam fena halde zayıftır. Okuldayız, en önde
oturuyoruz, coğrafya dersinden hemen sonrası. Derste öğretmen dünya küresini
bizim sıramızın üzerine koymuş dersi öyle anlatmıştı, yaşıyor mudur bilmiyorum,
sesi de o kadar gürdü ki öğretmenimizin, hem sesin yüksekliğinden hem de
devamlı konsantre olmak zorunda kalmaktan yorulmuşuz, kürede o kadar büyük ki
kafamızı koyup da bir teneffüs uykusu çekemiyoruz, oysa o 10 dakikalık
teneffüste uyumak ne tatlıdır… Eda o kadar özel biriydi ki, kendimi
paralıyordum ne yapıp edip onunla konuşmak için, sesini duyabilmek için, bana
baksın diye. Aniden bir şey geldi aklıma:
-
Eda…?
-
Efendim?
-
Bak ne diyeceğim sana.
-
Hıh?
-
Şimdi bu küreyi son hız döndüreceğim,
sonra parmağımla durduracağım. Küre nerede durursa dursun, bir gün oraya gidip
oraları göreceğiz, anlaştık mı?
-
Tamamdır, anlaştık. Haydi çevir bakalım.
-
Hemen…
Öyle demişti ya, nasıl da sevinmiştim, kelimeler
kiyafetsiz kalır anlatmaya, emin olabilirsiniz. Her neyse, ben öyle hızlı
çevirdim ki o küreyi, dönerken öyle bir ses çıkarıyordu ki küre, hala
kulaklarımda:
“sısısısısısısısısıs….”. Peki, ne mi oldu sonra?
Dur, daha var oraya…
Peder efendi ile farklı mezheplerden olsak da
kendisi benimle konuşmaya çalıştı. Öncelikle mezheplerin hatta dinlerin farklı
olabileceğini, ancak önemli olanın tanrıya inanmak olduğundan bahsetti. Hayatı
boyunca dindarlık düşüncesinden kaçmış ve dini sohbetlerden fazla haz etmeyen
birisi olarak pederle din ve inanç hakkında konuşmamın tek kayda değer sebebi
ölecek olmam herhalde…
İnanmak önemli, hepsinden önce inanmanın nedeni
önemli bence. Mesela benim şu anda günahlarım için af dilememin ve iyi bir
dindar gibi konuşmaya başlamamın başlıca nedeni ölüm korkusu. Evet, daha önce
korkmuyorum dedim ama yalan söyledim. Elbette korkuyorum, kim korkmaz ki
ölmekten? Ölüler tabi ki…
Bu karanlık ve soğuk hücrede olmanın elbette bir çok
kötü yanı var, ancak ilginçtir ki tek bir iyi yönü de var; gardiyanların
işkencelerine maruz kalmıyorsun. Elbette var işkence, yoksa siz yok mu
sanıyordunuz? Kanunda yasak olabilir, ancak hapishanelerde kanun da onu
uygulayan da hapishane müdürü ve gardiyanlardır. Ben de bir şeyler yaşadım
tabi, idam mahkumuyum diye o kadar da ayırım yapmıyorlar diğer mahkumlarla.
Bunu da anlatacağım, az daha sabır, sonuçta bir yere kaçmıyorum değil mi?
Ahahahahahahahahahahhaahahaha!!! Ölsem bile
kaçamıyorum.
Şu halime bak… Sakin kalmalıyım. Soğukkanlı
olmalıyım. Deliremem. Şimdi olmaz. Bir planım var, her şey yolunda gidiyor ve
ben bu planı uygulayacağım. Planımı gerçek yapacağım ve tüm bu kana susamış
azmanlar sinirden köpürecekler.
Az kaldı, sona az kaldı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder