Planladığım gibi olmadı, olmayacak…
Bunlar son satırlarım… Gerçekten, az kaldı,
bitiriyorum. Aslında pek çok şeyi aynı anda bitiriyorum, bunu buraya kadar
okuyan bunun farkındadır herhalde, yine de, bana göre, her son bir başlangıçtır
aslında…
Neyse, felsefe yapmayayım daha fazla, anlatmaya
devam. Anlatacağım iki şey kaldı; birincisi, “şeytani” diye esprili bir ad
taktığım şu merak ettiğiniz planım, “ikinci” de Merve…
İdam törenim saat 19:00’da yapılacak. Hazırlıklar
için (son yemek + vasiyet + son söz+ kefen giyimi + vb.) beni en geç 16:30’da
alacaklar. Biraz önce duyduğum seslere göre Kemal gardiyana yemek geldi, yani
saat 15:00-15:30 arası. Yazabildiğim kadar yazmayı düşünüyordum, ama kısa
keseceğim. Neden mi? Son dakikalarımda özel birini düşünmek istiyorum. Kimi mi?
Dur, az sonra anlatıyorum…
Biz gelelim şu plana. Son yemeğim sırasında odada
yalnız kalmak isteğimle plan başlıyor. Önce mırın kırın ediyorlar ancak sonunda
razı oluyorlar. Sonrasında, önceden birinden almış olduğum (mahkum mu gardiyan
mı? Sıkıyorsa bulun) jiletlerin bir tanesini çorabımın içine yedek olarak, esas
kullanmak istediğim jileti ise yemekten önce dayaklardan aldığım yaralarımı
kamufle etmekte kullanmış olacakları sargıların içine sıkıştırarak hazır hale
geliyorum. Öğrendiğime göre sargılar siyahmış, bu süper oldu. En son, son
sözümü sorduklarında, son sözümü halkın karşısında söylemek istediğimi
belirtiyor ve celladımla beraber idam sehpasının bulunduğu yere doğru
celladımla beraber ilerliyorum. Celladım diyorum ki olamayacak, son
hazırlıkları yaparken, bende son sözüm için insanlara doğru yaklaşıyorum, ki
yaklaşabiliyorum çünkü daha önceden görmüş olduğum bir idamda halkla mahkum
arasında onlarca görevli var, ve başlıyorum konuşmaya:
-
Ne kadar güzel bir akşam değil mi,
özellikle de ölüm görmek için… Şaka şaka, sadece son sözümü sorduklarında son
sözümü sizlere karşı yapmak istedim, çünkü beni nefes alırken görecek olan son
insanlarsınız! Hoş geldiniz! Son sözüm şudur ki;
(Bu sırada koluma sakladığım jileti avucumun içine
alıyorum, hazır hale geliyorum.)
(Bekliyorum… Bekliyorum…)
-
Sizin için çok üzgünüm!
(elimdeki jileti tüm gücümle boğazıma, şah damarıma
götürüyor ve tüm gücüm ve cesaretimle kesiyorum!)
(unuttum bu arada, son sözüme hazırlanırken de
kimseye çaktırmadan bileklerimi kesiyorum!)
Gardiyanlar üzerime atlıyor şah damarıma baskı
uyguluyorlar, ama siyah sargılardan kanamaları görmüyorlar ve kaybediyorlar!
Ahahahahahahahahahahahahahahahahahahahahaha!!!
Az önce şöyle bir diyalog yaşadım:
-
Ne gülüyorsun lan!
-
Yok bir şey Kemal ağabey, aklıma
eskilerden bir şey geldi de…
-
Anlat da bizde gülelim kardeş, madem o
kadar komik…
-
Boş ver ağabey, bu da bana kalsın.
-
Sen bilirsin.
-
Eyvallah…
Zamanı geldi. Merve’nin sırası. Hayatımda çok kadın
gördüm, çok kadın tanıdım, onun gibisini görmedim. Anlamayan için, Merve “iki
numara” on yılımı umutsuzca harcadığım tek kadın. Tek taraflı da olsa, her aşk
elbet ölümü tadacak, ama bu, bu fazla süründü durdu be…
Kabullenmeli, kimi zaman pes etmek zorunda olduğunu,
ben kolay kabul edemedim, zor ve sancılı oldu, hayatımdan on yılı rafa
kaldırmak zorunda kaldım. Ben Merve’yi çok sevdim, her şeyden çok, herkesten
çok, Romeo ve Juliet’ten, Ferhat ile Şirin’den, Leyla ile Mecnun’dan daha çok…
Beni hiç sevmeye çalıştı mı, bilmiyorum, denedi mi,
hiçbir fikrim yok, sonuçta sevmedi, onu biliyorum ama. Ben on yıl boyunca onu
hiç unutamadım, o hep başkalarının peşine düştü. O hayatını yaşadı ben belki
bir gün dedim hep, bekledim…
Asla unutamam, onu ilk kez gördüğüm günü. İlk
görüşte aşk derler ya, o gerçek. Aylardan Eylül, yer İstanbul, üzerinde beyaz
polo tişört, altında siyah-beyaz-yeşil kareli ve pileli bir etek, ayağında
siyah spor ayakkabılar…
Unutamadım, rüzgarda uçuşan buğday sarısı saçlarını,
üzerindeki yeşil fiyonk tokasını, masum bakan ela gözlerini, o güzelliği…
On yılın ardından ne mi oldu? Onu bulmak, son bir
daha yalvarmak için peşinden gittim bir bara. Tam yanına gelmek üzereydim ki,
bir adamın, bir insanın olamayacak çirkinlikte bir suratın, bir ucubenin kolundan
tutup onu zorla dışarıya çıkardığını gördüm, ben de peşlerinden…
Sokakta yetiştim onlara, Merve diye bağırdım, döndü
baktı, bir daha baktı, tanıdı, yardım et bana, lütfen diye bağırdı. Hani derler
ya, film koptu diye, ben hatırlamıyorum olanları, görgü tanıkları şöyle anlattı
mahkemede:
“Bu adam diğer adamın üzerine atladı, biraz
yuvarlandılar, boğuştular, sonra bu adam kadını rahatsız eden adamın
saçlarından tuttu, yaklaşık beş ila on metre sürükledi, duvar dibine getirdi,
başladı adamın kafasını duvara vurmaya. O bembeyaz duvar kıpkırmızı oldu, adam
yığıldı kaldı. Bu adamın yanına oturdu, telefonunu çıkardı, telefonla konuştu,
ama kim bilmem…”
Ben söyleyeyim, annemi aradım, acil işim çıktı bir
süre yokum şehir dışında olmak zorundayım dedim, tamam evladım ararsın müsait
olunca dedi. Sonra bekledim, bekledim, öylece bekledim… Polis geldi, aldı
götürdü beni, ve buradayım…
“Mahkum 192! Gitme zamanı…”
- SON -