30.11.2013

Gülümsemek Adına

Gülümsemek diye bir mesele olduğunu biliyor muydunuz? Şahsen ben bugün öğrendim. Şaşırtıcı geldi. Gülümsemenin bir problem olacağını düşünmemiştim aslında. Gülümsemek dediğin sıradan bir şey yani, gün içerisinde pek çok farklı şekilde yapılan bir alışkanlık. Evet, gülümsemek sadece bir alışkanlık. Büyümediğiniz sürece ise isteyerek yaptığınız bir eylem. Nasıl mı? Çocuklar duygularını saklayamaz da ondan.

Çocuk olmak vardı değil  mi?

Artık alışkanlık olmuş bir şey ne kadar samimi olabilir? Olamaz. Gülümsemek bir nevi küçümsemektir günümüzde.

Bol gülümseyeniniz değil, gerçek gülümsemeleriniz olsun.

28.11.2013

Üstadın Mısraları, Benim Satırlarım - No 10 - Sizin Hiç Babanız Öldü Mü?

Aklımda bir soru, Sizin hiç babanız öldü mü? Acımasız geliyor değil mi, sorulduğunda. Cevaplaması daha çok veriyor değil mi? Biliyorum. Nereden mi biliyorum? Benim bir kere öldü kör oldum. Baktılar nefes almıyor. Bir daha baktılar, yok. Yaşamıyor. Veda et dediler. Neden dedim. O gitti dediler. O, öldü. Sonra sarıp sarmalayıp götürdüler. Yıkadılar aldılar götürdüler. Her anını bana da izlettiler. Onu son kez göreceğimi söylediler. O haşmetli adamı nasıl da kolay kaldırıp sardılar. Babamdan ummazdım bunu kör oldum. Hiçbir şey duyamaz göremez oldum birdenbire. Herkes elimi sıktı o gün. Herkes aynı şeyi söyledi o gün. Başın sağ olsun. Ne kadar gereksiz, ne kadar acı, ne kadar ruhsuz, ama bir o kadar da duygusal bir söz değil mi? Bilmem. Bilmek istemiyorum. Siz hiç hamama gittiniz mi? Bende gitmemiştim. Hep duyardım insanların gittiğini de, hiç merak etmemiştim. Sonra bir gün, bir gün karar verdim, gitmeye. Ben gittim lambanın biri söndü. Hayatım boyunca taşıdığım uğursuzluğu buraya da taşıdım. Hiç şaşırmadım. Gözümün biri söndü kör oldum, artık bir şey görmez oldum, duymaz oldum, hissedemez oldum. Oysa demişlerdi ki bana: Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak. Görmen gerek. Ne yap et git gör. Gittim, gördüm. Şöylelemesine maviydi kör oldum. Kendimi karanlığın sonsuzluğuna bıraktım, belki acıyı hissetmem artık diye. Taşlara gelince hamam taşlarına, hepsi kocaman, hepsi bembeyazdı. Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi, insanın kendi pisliğiyle yüzleşmesine benziyordu. Taşlarda yüzümün yarısını gördüm. Önce tanıyamadım. Sonra dikkatlice bir daha baktım. Bir daha baktım, yok. Tanıyamadım. Gözlerimi kapattım. Bir süre sadece karanlığa baktım. Sonra açtım gözlerimi. Derin bir oh çektim. Bir daha baktım. Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü, yüzüm. Düşündüm. Bir daha düşündüm. Düşündüm de düşündüm. Yüzümden ummazdım bunu kör oldum. Bir süre sadece karanlığa baktım. Sonra gözlerimi açtım. Acıyla. Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

NOT: İtalik ile yazılı olan mısralar Cemal Süreya’nın “Sizin Hiç Babanız Öldü Mü? Şiirini oluşturuyor.

27.11.2013

Üstadın Mısraları, Benim Satırlarım - No 9 - Sayım

Yine bir Ağustos akşamında, sen ve ben Yeşilköy Sahili’ndeki o kayalıklardaydık. Ayışığında oturduk, son bir haftadır her gece yaptığımız gibi. Sen bana dayıyordun vücudunu, ben sana dayıyordum vücudumu. Bir bütün gibi bakıyorduk geceye. Göz göze geldik birdenbire, o ne bakışmaydı öyle. Sonra “sen muhteşemsin” dedim yine ve… Bileğinden öptüm seni.

Ne zaman bileğinden öpsem gülmeye başlardın. Bunun seni gıdıkladığını söyler dururdun. Benden inadına yapmaya devam ederdim, kahkahaların beni cennete götürürdü sanki. Sonra ayakta öptüm, hem de ne öptüm be! Dudağından seni
Kalktık eve doğru yürümeye başladık. El ele gördü bizi insanlar. Yıllarca bu sokaklarda avare bir şekilde dolaştıktan sonra seninle birlikte geçmek bu sokaklardan, bir ödül gibiydi bana tüm bu olanlar. Sonra geldik. Kapı aralığında öptüm, tadını çıkara çıkara… Soluğundan seni.

Zaman durmuştu sanki. Sadece sen ve ben. Sonra cıvıltılı sesler geldi etraftan. Bahçede çocuklar vardı, bizim çocuklarımız. Kızımız atladı hemen kucağıma. Sımsıkı sarıldı bana, gitme bir daha dercesine… Çocuğundan öptüm seni.
Evimize gittik sonra, çocukları bırakarak kendi hallerine. Evime götürdüm yatağımda, kucağımda taşıdım seni yatağımıza. Sonra sere serpe yatağa yatırdım seni. Çıkardım attım tüm kıyafetlerini… Kasığından öptüm seni.

İşimiz gereği farklı zamanlarda farklı yerlerde olmamız gerekiyordu. Özlüyordum seni. Biliyorum, sende özlüyordun beni. Bazı günler bazı şaşırtıcı şeylerde yaşandı tabi. Başka evlerde karşılaştık, bir yanda şaşkınlık bir yanda mutluluk vardı dört bir yanımızda. İliğinden öptüm seni, o kadar yani.

Elinden tuttum kayalıklarda. Gülümsedin bana, gülümsedim sana. Mutluluktu bu işte. En sonunda caddelere çıkardım, senin elinden tuttum göğsümü gere gere dolaştık cadde sokak… Kaynağından öptüm seni, tam kalbinden yani…


NOT: İtalik ile yazılı olan satırlar Cemal Süreya’nın “Sayım” şiirini oluşturuyor.

26.11.2013

Üstadın Mısraları, Benim Satırlarım - No 8 - Kehanet 1985

Lokman şair senin hayatın, tıpkı onun gibi asil ve uzun yaşadın sen. Kimi zaman güzel kimi zaman çirkin geldi sana hayat, seni sen yapmaktan alıkoydu çoğu zaman. O kadar uzundu ki yaşadığın hayat… Yedi kırlangıcın hayatı kadar, -dı yaşaman gereken hayat. Ki aslına bakarsan… Altısını ardı ardına yaşadın, bitti gitti öylece. Bir kırlangıcın daha var, unutma.

NOT: İtalik ile yazılı olan satırlar Cemal Süreya’nın “Kehanet 1985” şiirini oluşturuyor.

25.11.2013

Üstadın Mısraları, Benim Satırlarım - No 7 - Camdan

Çocuklarla meyhaneye gittik dün gece. Onlar pek bir Türkçeci oldukları için “içkievi” derler  meyhaneye. Gittik bir güzel demlendik. Kafamız güzelleşti, dertlerimiz bir süre de olsa buhar oldu gitti. Derken bir de baktım ki saate, epey geç olmuş. Hesabımı verdim bizim çocuklara, onlar devam ediyordu daha. Çıktım dışarıya. İçkievinden çıkınca, derin bir nefes aldım, buz gibi geceyi ciğerlerime çektim. Bir anda kendime geldim. Çok da içmemişim demek ki. Ya da kıvamını tutturmuşum diyelim. Eve gittim sonra. Ev dediğim de meyhanenin karşısı. Tek farkı, bir üst katta olması. Meyhaneye tepeden bakıyorum yani, ben daha yüksekteyim hesabı. Camdan, ki salonda bir tane var, demin oturduğum yere, yani az önce çıktığım meyhaneye, baktım.

Bir de ne göreyim! Sigara paketimi, daha bugün aldığım ve sadece dört tane içtiğim Kırmızı Malboro’m, masada unutmuşum. Vay aptal dedim kendime, nasıl kızdıysam artık o kafayla… Sanırım kalkarken bir şey daha unutmuşum. Sandalyede, oturmuş bana bakıyor. O, sanki ben gibi. Tıpkı benim gibi, tıpkı benim aynaya baktığım zamanlardaki gibi orada. Oturuyor boşluğum.

Bir eli alnında, boşluğum düşünüyor, benim gibi. Acaba dertleri de benimkiler gibi mi? Onu bilemiyorum işte. Dikkat ettim de boşluğa, boşluğuma, bakışları bir değişik geldi. Ama, biraz daha mı hüzünlü? Görünüşü de farklı gibi. Yok be, valla öyle. Dur bir daha bakayım; evet bir farklı görünüyor. Otururken de, o eski ahşap sandalyede ki üzerinde el yazısıyla “Birahane” yazıyor, Orada oturuyorken, biraz daha mı çıkarıyor, acaba, kamburunu?

Saçları daha bir kırlaşmış gibi değil mi? Yanlış görmüyorum yani. Biraz daha mı benziyor acaba, babama?

Bir yaş büyüğüm babamdan, öldüğü zamana göre. O da böyle bir evde yalnız başına ölmüştü, biliyor musunuz? Camı kırmış yine öfkelendiği bir gece, damarlarını kesmiş cam parçaları, akmış oluk oluk kan damlaları, ve rüzgâr, tıpkı bu geceki gibi, bir törendeki gibi, dağıtmış / dağıtıyor saçları dört bir yana. Sonra bir kedi yavrusu varmış gibi, çekiştirir durur, bırakmaz istemez, yağmurluğumu.


NOT: İtalik ile yazılı dizeler Cemal Süreya’nın Camdan Şiirini Oluşturuyor.

24.11.2013

Sıcak Çikolata Günlükleri - 9 < Aynalı Kadın >

Esen rüzgâr kadar serin,
Açan güneş kadar sıcak,
Gülümsemek kadar samimi,
Ağlamak kadar gerçekçi,
Bir kadın var orada.
Bir kadın var orada;
Kara kalemle çizilmiş gibi saçları,
Mey değmiş dudakları,
Yaşamak görmüş gözleri,
Seyrediyor kendisini.
Bir kadın var aynanın karşısında;
Hayal kurmak istiyor,
Umutsuz ve yorgun,
Hissedebilmek istiyor,
Yaşadığını nefes aldığını,
Ama o hissedemiyor...
Aynada bir kadın;
Sevmiş sevilmemiş,
İstemiş istenilmemiş,
Aynada hayalini görmeyi dilemiş,
Kimseyi görememiş...
Aynada bir kadın;
Karşısında başka bir kadın.
Sanki tanıyor ama tanıyamamış,
Öylece hep bakmış,
Anlam çıkaramamış.
Anlamsız hisseden bir kadın,
Bakmakta aynaya,
Ayna da ona,
Artık bir nokta konmalı bu oyuna,

Dönüp gitti kadın…

22.11.2013

Üstadın Mısraları, Benim Satırlarım No 6 - Üstü Kalsın

Doktora gittim bugün. Test yaptılar bana, hani şu kan alınanından. Sonra sonuçlar geldi. Doktor karşıma geçti oturdu. Suratında umutsuzluğun umudu vardı. Daha o söylemeden anlamıştım. Ölüyorum tanrım. Daima iyi bir insan olmaya çalışmama rağmen çok hasmım olmuştu, bu da iyi bir insan olmanın bedeliydi. Sonunda şansım döndü dolaştı benim karşımda yer aldı. Bu da oldu işte.

Açıkladıktan sonra bir süre ne ben ne de doktor tek kelime etmedik. İkimizde söze karşı tarafın girmesini bekledik bir umut. Sonunda sessizliği doktor hanım bozdu : “Her ölüm erken ölümdür.” Her ne kadar kabullenmek imkânsız gibi de olsa, bu sözü hazmetmek yerine gidip her türlü pisliğe bulaşmayı bile göze alsam da; Biliyorum tanrım.

Doktor hanım beni yalnız bırakmak için birkaç dakikalığına odadan çıktı. Kapıyı dışarıdan kapattığında ne yapacağımı bilemedim. Bir şey düşünemedim. Sahi böyle durumlarda ne düşünür insan? Bilmiyorum. Sonra, aniden yukarıya doğru baktım tanrım. Sana doğru. Biliyorum kararları sen veriyorsun. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat, benim otuz sekiz yıllık her anı bir aksiyon içerisinde geçen hayatım, Fena değildir... Haberin olsun. Bu arada; Üstü kalsın...


NOT: İtalik ile yazılı olan dizeler Cemal Süreya’nın Üstü Kalsın şiirini oluşturuyor.

21.11.2013

Cemal Süreya

(1931 Pülümür, Erzincan - 9 Ocak 1990 İstanbul)
Asıl adı Cemalettin Seber olan Cemal Süreya 1931'de o yıllarda Erzincan'a bağlı olan (şimdilerde Tunceli'ye bağlı) Pülümür ilçesinde doğmuştur. Kürt veya Zaza asıllı olduğuna dair görüşler vardır ancak kesinlik kazanan bir durum yoktur. Babası Hüseyin Seber, annesi ise Gülbeyaz Seber’dir. Çocukluğunun ilk yıllarını Erzincan şehrinde geçirmiştir. 1938 yılında Dersim İsyanı sonrasında ailesi ile Bilecik'e sürgün edilmiştir.

Cemal Süreya yani Cemalettin Seber Bilecik'te ilkokula başlamış ve ilköğrenimini İstanbul Beyoğlu'nda bir okulda bitirmiştir. Haydarpaşa Lisesi'nden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü'nden mezun olmuştur. Eğitimini tamamladıktan sonra Maliye Bakanlığı'nda müfettiş yardımcılığı ve müfettişlik, darphane müdürlüğü, Kültür Bakanlığı'nda kültür yayınları danışma kurulu üyeliği, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği ve 25 yılı aşkın bir süre boyunca Türk Dil Kurumu üyeliği görevlerinde bulunmuştur. Ayrıca yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük, çevirmenlik yapmıştır.

Ağustos 1960'tan itibaren yalnızca dört sayı çıkarabildiği Papirüs dergisini Haziran 1966 - Mayıs 1970 arası 47, 1980 - 1981 arası iki sayı olarak yeniden çıkarmıştır. Ayrıca Pazar Postası, Yeditepe, Oluşum, Türkiye Yazıları, Politika, Yeni Ulus, Aydınlık, Saçak, Yazko Somut, 2000'e doğru gibi yayın organlarında şiir ve yazılarını yayımlamıştır.

İkinci yeni hareketinin önde gelen şair ve kuramcılarından sayılan Cemal Süreya'nın ilk şiiri "Şarkısı Beyaz" Mülkiye dergisinin 8 Ocak 1953 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Geleneğe karşı olmasına rağmen geleneği şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisi olarak bilinir. Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimiyle, duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle ikinci yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir. Ölümünden sonra adına bir şiir ödülü düzenlenmiştir. 1997'de de Cemal Süreya arşivi yayımlanmıştır.

Cemal Süreya 1938 yılında ailesi ile birlikte Bilecik’e sürüldüğü sürgünü bir şiirinde şöyle anlatır:

Bizi kamyona doldurdular,
Tüfekli iki erin nezaretinde,
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,
Tarih öncesi köpekler havlıyordu."

Ünlü yazar Ülkü Tamer Cemal Süreya için şu dizeleri yazmıştır:

Tanrı
Bin birinci gece şairi yarattı,
Bin ikinci gece cemal'i,
Bin üçüncü gece şiir okudu tanrı,
Başa döndü sonra,
Kadını yeniden yarattı.

Süreyya olan soyadını değiştirmesi

Cemal Süreya'nın üvey kızı Gonca Uslu'nun aktardığına göre Cemal Süreya iddiaya girmeyi çok severmiş. Bir şair arkadaşıyla bir telefon numarası üzerine iddiaya girmiş, kaybederse soyadındaki "y" harfinden birini sildireceğini söylemiş. Sonunda iddiayı kaybetmiş ve ”Süreyya” olan soyadını “Süreya” olarak değiştirmiştir. "Süreya" soyadı ilk kez 1956 yılında yayımlanan "Elma" şiirinde görülmüştür.
Cemal Süreya’nın eserleri,
Şiir

Üvercinka (1958)
Göçebe (1965)
Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973)
Sevda Sözleri (1984, Üvercinka, Göçebe, Beni Öp Sonra Doğur Beni, Uçurumda Açan-1984- ile birlikte)
Güz Bitiği (1988)
Sıcak Nal (1988)
Sevda Sözleri (1990, 1995, tüm şiirleri)
Korkarak Vinç

Deneme- Eleştiri

Şapkam Dolu Çiçekle (1976)
Günübirlik (1982)
99 Yüz (1992)
Uzat Saçlarını Frigya (1992)
Folklor Şiire Düşman (1992)
Aydınlık Yazıları/ Paçal (1992)
Oluşum’da Cemal Süreya (1992)
Papirüs’ten Başyazılar (1992)
Toplu Yazılar I (2000, Şapkam Dolu Çiçekle ve Şiir Üzerine Yazılar)
Toplu Yazılar II (2005, Günübirlikler)

Günce

999 Gün/ Üstü Kalsın (1981)

Mektup

Onüç Günün Mektupları (1990)

Çocuk Kitabı

Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi (1993)

Söyleşi

Güvercin Curnatası (1997)

Derleme

Mülkiyeli Şairler (1966)

Yüz Aşk Şiiri (1967)

20.11.2013

Nefes Almaya Benzemek

Dünya üzerinde milyonlarca insan yaşıyor. An itibariyle bu sayı 7 milyarın üzerinde. Yani 7 milyardan fazla kişilik barındırıyor bu dünya. Azıyla çoğuyla 7 milyardan fazla ego taşıyor bu dünya. Söylerken de yazarken de şaka havası var ama gerçek bu.

Her insanın kendisine özgü zevkleri var. Aynı zamanda yine kendine özgü sevmedikleri var. Tüm bunlar bizleri belirliyor. Bizi olduğumuz kişiler yapıyor. Elbette daha pek çok etken var ancak bugün için önemli olan zevkler.

İnsanlar sevdikleri şeyleri belli bir düzende yaparlar. Düzen bozulup da sevdikleri şeyi yapamadıklarında sinirlenirler. Kendilerini daralmış hissederler. Belki günde sadece 5 dakika için bile yaptıkları o şey onları hayata bağlayan şeydir.

“Uzun süredir yazmamıştım. Kendimi tutuyor, vakit olmadığını söylüyordum ama daha fazla dayanamadım. İskeleden koşarak evin yolunu tuttum. Kapıyı çarparak açtım ve hemen masama yöneldim. Çekmeceden kağıt kalem çıkardım. Kalemlerimi kalemtıraş ile açarken çıkan o kokuyu içime çektim derin derin. Başladım yazmaya. Yazdıkça yazdım. Rahatladım….”

Bir önceki paragraf Sait Faik’in yaşamış olduğu bir anı. Kendisi bu durumu bizzat yaşamış. Yazmak onun için nefes almak gibi bir şeymiş çünkü; gerekli ve güzel…

Sizi rahatlatan şey illa yazmak olmayabilir. Kimi insanlar dans ederler, kimileri de şarkı söylerler. Bazı insanlar spor yapar, bazı insanlar da başka şeyler yapar. Önemli olan burada yapılan şeyden çok yapılan şeyin verdiği huzurdur.

Günümüzde yaşamanın bile kurallara bağlı olduğu bu düzende sizin de nefes almanızı huzur bulmanızı sağlayan bir şeyler varsa ona sarılın. Onu asla bırakmayın. Aksi takdirde hayat adı verilen düzen sizi de yok etmek için elinden geleni ardına koymayacaktır.

Aşk Vazgeçmektir

Aşk sevmektir… Ne kadar eksik bir tanım. Aşk’ın içinde sevgi nokta kadar kalır. Aşk öyle bir şeydir ki, tüm benliğin ile yaşamadıkça anlaman imkânsızdır.

Aşk içerisinde pek çok şey bulundurur. Aşk, farklılıkların birleşmesidir. Aşk, karşındakini her şeyden daha özel daha önemli kılmaktır. Aşk, fedakârlıktır.

Âşık olan kişi daima sevdiği ile birlikte olmak ister. İyiyi güzeli, kötüyü birlikte yaşamak ister. Çünkü bilir ki onlar birlikte hayatı yenebilirler. Aşk, sevdiğinle birlikte iken yenilmez olmaktır. Dokunulamaz olmaktır. Aşk büyümektir.

Aşk insana asla yapmayacağı şeyler yaptırır. Aşk insanı insandan öte bir şey haline getirir. Âşık insan sahip olduğu duygular ile dünyayı ütopyaya bile çevirebilir. Aşk bu kadar yücedir işte. Sadece sevgi ile açıklanacak kadar ucuz değildir.

Kendi başına ucuz bir şeydir sevgi. Yeterli değildir. Anlam ifade etmez genel olarak. Aşk’ın içinde anlam kazanır sevgi. Aşkta mükemmelleşir sevgi ile. Eksik olan tek parçadır sevgi, aşkın içinde…

Tanımlarla anlatılamaz aşk. Sadece kelimelermiş gibi gözükür dışarıdan. Anlamına anlamsızlık katar. Oysa temsil ettiği şey göründüğünden ve sanılandan çok daha büyüktür. Aşk imkânsızı yapabilmektir. Aşk yaşama yaşam katabilmektir.

İnsan âşık olduğu kişi hep yanında olsun, hep mutlu olsun ister. Bundan daha doğal bir şey yoktur ki… Ancak bu ikisi her zaman birlikte olmaz. Bazen ayrı olmaları gerekir. Ne demek istediğimi anlatabildim mi?

Birine âşık olursun. Sözde aşk değil ama özde âşık olursun. Onun mutluluğu senden önce gelir. Bir gülümsemesi için dünyalar yakacak durumdasındır. Sonra gün gelir, onun mutlu olmasının tek yolunu keşfedersin. Onu her şeyden çok seven sen ona zarar veriyorsundur. Ona nasıl zarar verebilirim ki diye düşünürsün önce. Reddetmek istersin yani. Sonra bencillik yaptığını anlarsın. Sen mutlu olmak isterken ona zarar verdiğini fark edersin. Önce başından aşağı kaynar sular dökülür. İçinden kendine etmediğin küfür kalmaz. Sonra kendinden nefret edersin ve düşünmeye başlarsın:

Ne yapmam gerekiyor?

Düşünceler birbirini kovalar. Uçuk kaçık fikirler oluşur kafanda. Ne yapman gerektiğine bir tülü karar veremezsin. Bilirsin ki karar veremediğin her an ona zarar vermeye devam ediyorsundur. Aniden, o hiç düşünmek istemediğin düşünce gelir aklına. Son zincir de kırılmıştır o anda. Artık yapman gerekeni biliyorsundur.

Bir şekilde, kendini toparlayarak onun karşısına geçersin. O sana gülümser, sen tepki veremezsin. Vereceğin ilk tepki çocuk gibi ağlamak olacaktır çünkü bilirsin. Her geçen salise burada önemli olanın o olduğunu hatırlatırsın kendine. Sen değil o’dur önemli olan…

Sonra, derin bir nefes alırsın. Söylemen gerekenler geçer aklından. Göz göze gelirsiniz. Söze girersin:


“Seni çok seviyorum. Bizim birbirimize ait olduğumuza inanıyorum. Ancak bir şeylerin farkına vardım. Yanlış olan bir şeylerin farkına vardım. Bilmeni istiyorum ki benim için her şeyden önce sen geliyorsun. Ben sana zarar gelmesine dayanamam. Ben seni çok seviyorum ama bu sevgi tek başına bir şey ifade etmiyor maalesef. Senin seni gerçek anlamda mutlu edecek birine, bir hayata ihtiyacın var. İşte bu kadar çok seviyorum ben seni. Senin için senden vazgeçecek kadar…”

18.11.2013

Özledim

İnsan onu üzen kişileri, onu yıkan durumları özler mi? Evet. Nedeni çok basit olmakla beraber bu durum biraz da trajiktir. İnsanın ne kadar çaresiz kalabileceğini gösterir. Doğru düşündünüz, bu çaresiz bir çarenin yazısıdır. Çaresiz olmayanlara çaresiz durumda olanları göstermek, her an savaşmak gerektiğinin, pes etmenin tamamen bir saçmalık olduğunu göstermenin satırlarıdır bunlar.

İnsan onu üzen hatıraları özleyebilir. Çünkü o hatıraların kocaman birer yalan olduğunu öğrenmeden önce güzel anlar yaşamıştır. Belki de hayatının en mutlu anlarını. Kim bilir, belki de bir yalanın içerisinde pek çok ilki yaşamışsınızdır. Ardından gerçekler açığa çıktığında; ruhunuzu bir öfke duygusu kaplar. O öfke bir anda alevlenir. Etrafa saldırmaya başlar insan. Kontrollü olmazsa kendine bile zarar verebilir. Bir şekilde o alevler küçülür. Yerini ufak çatırtılara bırakır, şömine ateşi misali. İşte bunun adı pişmanlıktır. İnsan pişman olur. Nedenler, eğerler havada uçuşur. Milyon tane soru işareti kaplar zihni. Hepsinin cevabı aynıdır aslında, ama bunu anladığınız zaman iş işten geçmiştir. Kontrolü kaybetmişsinizdir ve işler sapa sarmıştır. Ne yaptığınızı ne söylediğinizi bile hatırlayamadığınız zamanlar olur. Bunları anlatıyorum, çünkü bunları yaşamayın istiyorum.

Özledim. Hem de çok özledim. Kısa bir süre boyunca her şeyin çok güzel olacağına inanmıştım. Şansımın döndüğüne, arzuladığım mutluluğa yaklaştığımı hissetmiştim. İşin daha da komik tarafı, bir an için bunun karşılıklı bir düşünce olduğuna inanmıştım. Yanılmışım. Kendimi olduğumdan daha iyi biri gibi görmüşüm. Değilmişim. Ben hep olmak istediğim o kötü adammışım meğer. Bu kadar çabaya gerek yokmuş. Zaten duygusuzmuşum. Hayal ettiğim gibi.

İnsan yalnızca 1 dakika için neler feda eder? 1 dakikalık mutluluk için? Her şeyi. Sahip olduklarını bir anda fırlatıp atar. O mutluluk onun hayatının zirve noktası olacaktır çünkü. Ama yaptığı yanlıştır. Çünkü insan açgözlüdür. O 1 dakika ona hiçbir zaman yetmeyecektir. Ancak bunu çok iyi bilen insan o anda bunu kabullenmez. Israrla reddeder. Duyguları mantığının önüne geçer. Artık güç hislerdedir, beyinde değil.

           Sonuç olarak diyeceğim ama esasen bir sonuç olmadığı da ortada. İnsan enteresan bir varlık. Yeri gelir kötüyü güzele tercih eder. Kararını kimse anlayamaz. Kararı veren kişi bile. Ama sonuç ortadadır. Özlemiştir…

17.11.2013

Sıcak Çikolata Günlükleri - 8

         Günün konusu güzel bir konu. Diyeceksiniz ki memlekette güzel konu mu kaldı? O da doğru. Ama buna rağmen dünyada ufak tefek de olsa güzel şeyler olmaya devam ediyor. Halen güzel şeylerin olmaya devam etmesi güzel bir şey. Önemli olan da bu.
         
         Elbette dalga geçiyorum. Güzel bir şeyler olacak da, ben göreceğim de bunu yazacağım. O nedenle, günün konusu “farklılıkları kabullenmek”.

         Herkes sizin gibi olmayabilir. Dili, dini, ırkı, ten rengi, göz rengi, vücut yapısı, akli dengesi veya akıl seviyesi sizden farklı olabilir. Ancak ne olursa olsun bu insanları kabul etmek zorundasınız.

         Kimsenin kimseyi “onlar – bizler” diye ayırmaya hakkı yok. Bunu yapan kişi kim olursa olsun “ırkçıdır”. Irkçılık da dünyadaki en büyük 3 suçtan birisidir. Bunun daha basit bir açıklaması yoktur.

         Uzun uzadıya açıklama yapmaya gerek yok. Sadece, görüşleriniz ne olursa olsun etrafınıza objektif bir açıdan bakın ve aslında kimin ırkçı olduğunu kimin barışçıl olduğunu görün.

         İyi pazarlar.

15.11.2013

Rüya Sona Erdi

Her şeyin güzel olacağına inanmıştım…

Hayallerim vardı küçükken. Mutlu ve başarılı olacaktım. Dünyanın en ücra noktasında bile beni tanıyacak ve ismimi duyunca gülümseyeceklerdi. Ben tarihi değiştirenlerden olacaktım. Ben tarihi yeniden yazacaktım. Mutlu ve onurlu olacaktım. Olmadı…

Umudum vardı eskiden. Her şeyin güzel olacağını düşünürdüm. En ufak aksiliğe bile yer olmayacaktı hayatımda. Daima mutlu ve mükemmel biri olacaktım. Kendimle yarışacaktım. Kendimi geçmeye çalışarak insanlığın sınırlarını zorlayacaktım. Olmadı, beceremedim.

Her şeyi bilirdim eskiden. Benim kadar geniş bir bilgi dağarcığı olan kimse yoktu. Rakipsizdim. En iyisiydim. Aniden duvara tosladım.

Her şey değişti birden. Kendimi bir hiç olarak hissetmeye başladım aniden. Beni özel kıldığını sandığım her şey beni sıradan kıldı bir anda. Olmak istediğim kişi olamayacağımı fark ettim. Bu gerçekle uzun süre savaştım. Bu savaş sırasında karşıma çıkan onlarca fırsatı da yitirdim. Kimini elimin tersiyle ittim, kimini de verdiğim kararlar sonucunda daha oluşmadan yitirdim. Oysa ben hayatı belli kuralları olan, oturmuş düzene sahip bir şey sanıyordum. Nereden bilebilirdim, hayatın tam bir fırıldak olduğunu…

Günler haftaları, haftalar da ayları kovaladı. Aylar da hızla geçip giden yılları oluşturdu. Büyüdüm. Olmak istediğim kişinin yanına bile yaklaşamadım. Asla da yaklaşamayacağım. Bu benim kabullenmem gereken bir gerçek. Artık hayallerimden vazgeçmeli ve yeni bir hayata başlamak zorundayım. Bunu biliyorum ama senelerce en küçük ayrıntısına kadar kurduğum onlarca hayalden vazgeçmek o kadar da kolay değil. Altı üstü bir hayal deyip de geçemem.

Hayat bana neler gösterecek? Hiçbir fikrim yok bu konuda. Yalnızca geleceğe bakmaya çabalıyorum ama geçmiş beni bırakmıyor. Belki de ben istemiyorum. Bilmiyorum. Bu yaşayarak görmem gereken bir şey, onu biliyorum.


Arzu

14.11.2013

ÜSTADIN ŞİİRİ, Benim Satırlarım No 5 - Kapısız

Şu oda yok mu, şu oda; hani şu koridorun sonunda köşedeki, Üç kişiyi öldürdü, biliyorum. Yalanım yok, nereden mi biliyorum? Gözlerimle gördüm öldüklerini. Ve düşündüğümde tüm gördüklerimi, Odanın suçlu olduğuna yemin ediyorum.

Şu dolap, tutmuş güneşli yeri, ki güneş de izler bırakmış üzerinde dolabın; Başdan - başa yaldız. Parıldıyorlar bu odada yaşayanların hatıraları ile. Yüz yıl indirdi kaldırdı perdeleri, bu odanın sahipleri; İki ana, bir kız.

Bir komodin vardı, yatağın sağ köşesinde yer alırdı, sanırım antika gibi bir şeydi. Önceleri allık - pudra oyalardı. Küçük kız kendi kendisini o ufak komodinin minicik aynasında. Bir de anası, kesme aynalı, büyük büfeye benzeyen büyük bir aynalı konsol daha vardı, yatağın tam karşısında yer alırdı, insanlar ona bakmaya doyamazdı ama o, Cadı gibi yutardı.

Şu konsol, mermeri çatlak, bugünlerde eski püskü bir şeyden ibaret. Bir zamanlar ne yaman şeydi. Zaman ilerledikçe insan gibi yaşlandı gitti. Ha bugün ha yarın bir şeyler anlatacak, diye diye beklerdi insanlar, kim bilir neler görmüş neler duymuştu. Bir kadına işkenceydi. Oysa…


NOT: İtalik ile yazılı olan mısralar Özdemir Asaf’ın “Kapısız” şiirini oluşturuyor.

13.11.2013

ÜSTADIN ŞİİRİ, Benim Satırlarım No 4 - Hıçkırık

Eskiden bir deyim vardı, büyüklerimizin söylediği, o zamanlar anlamsız gelen ama bugün tam olarak anlamını anlatan, Mutluluklar için söylenen.. Bizlere mutlu olmanın düşünüldüğü gibi imkansız olmadığını hatırlatan, Gül bahçesi, kuş kafesi, hani hep böyle ilginç benzetmeler olurdu ya, işte onun gibi, Gibilerden.

Demek onun için, nedeni buymuş demek ki, Gül uçtu kafesinden, kaçtı gitti uçsuz bucaksız diyarlara, Kuş da bahçesinden.. Belki de asla geri dönmeyecek. Kafesle bahçenin yersizliği yüzünden…


NOT: İtalik ile yazılı olan mısralar Özdemir Asaf’ın “Hıçkırık” şiirini oluşturuyor.

12.11.2013

ÜSTADIN ŞİİRİ, Benim Satırlarım No 3 - Düşüngü

Hepsinin gelmesini bekleme; boş yere büyük umutlara kapılıp gitme. Bir kişi gelmeyecek. Ve o kişi, senin gelmesini en çok istediğin kişi olacak.

Sen alışmayasın diye, daima ona bağlı olmak zorunda olmayasın, kendi ayakların üzerinde durmayı öğrenesin diye. Korkmayasın diye, gece kâbustan uyandığında gözlerin onu aramasın diye sarılmak için. Düşünesin diye.. Kendi fikirlerinin sahibi olasın ve onlar uğruna mücadele edesin diye; yaşayasın diye…

Kendine yetmen için.. Hayat adı verilmiş olan bu savaşta ihtiyacın olan tek şey kendin olasın diye, Herkesin kendinden kaçacağı yerlerde, En korkusuz görünenlerin bile ana kuzusu kesildiği anlarda; Sen kaçmayasın diye.

Gelenler gitmeyecekmiş gibi.. Gelenler yalnızca senin için gelmiş gibi güvende hissedesin diye… Doğumlarda ölümlerde, hayatın varlığını hissettirdiği anlarda… Duyasın diye. Sevdiklerinin sesini, sevdiklerinin kahkahalarını…

Bildiğini bildirmek için, anladığını ilan edebilmek için sesin içindeki sessizliğe, Bilmeme'yi öğrenmelisin. Her zaman neyin yeri neyin zamanı olduğunu kusursuzca bilesin diye, Tam kalasın diye. Yaşayasın diye, sevdiklerinle birlikte…

Hepsinin gelmesini bekleme, çünkü gelmek istemeyenler olacaktır, sırf seni senden çok sevdikleri için. Sen var olasın diye. Sen, olmak istediğin sen olasın diye. Bir kişi gelmeyecek, inadına, Sen, bir olasın diye.

NOT: İtalik ile yazılı olan mısralar Özdemir Asaf’ın “Düşüngü” şiirini oluşturuyor.

11.11.2013

ÜSTADIN ŞİİRİ, Benim Satırlarım No 2 - Ben Değildim

Bir akşam-üstü pencerenden bakıyordun, buğday sarısı saçların ve masmavi gözlerin parıldıyordu pencereden. Öylece bakıyordun dışarıya… Ağır ağır, yollara inen karanlığa; bakıyordun, belki görürsün diye. Bana benzeyen biri geçti evinin önünden, işte o geliyor diye düşündün birden. Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya… Hemen saçını düzelttin, yanaklarına vurdun yumuşacık ellerinde, al al gamzelerin oluşsun diye ama… O geçen ben değildim.

Bir gece, yatağında uyuyordun… O kadar güzel uyurdun ki sen, melek gibi görünürdün, meleklerin vücut bulmuş hali gibiydin sen. Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya. Yavaşça açtın o güzel gözlerini, önce emin olamadın bu bir rüya mı yoksa gerçek mi diye. Sonra anladın. Gözlerini açtın ve düşündün... Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan, hatırlamaya çalıştın rüyayı ama çoktan unutmuştun gördüklerini. Ve karanlıklar içindeydi odan... Zifiri karanlıkta uyuyabilirdin ancak, bilirdim. Ama o anda biraz olsun ışık için neler vermezdin ki, seni göreni görebilmek için. Seni gören ben değildim.

Ben çok uzaktaydım o zaman, bunu sende çok iyi biliyordun aslında, ama kabullenmek istemiyordun. Unutmak işine geliyordu, kalbinde hep bir umut oluyordu. Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebepsiz ağlamaya. Ağlarken bile güzel görünmeyi başarırdın sen. Asaletinden bir gram bile eksilmezdi senin, sen özeldin, sen mükemmeldin çünkü… Artık beni düşünmeye başladığından, artık beni sevdiğinden midir nedir, hep bir hüzün kaplardı içini, üzerdim seni ama bırakamazdın beni, o kadar çok severdin bilirdim. Bıraktın kendini aşk içinde yaşamaya… Aşkın esiri oldun, aşk seni kontrol etmeye başladı, duygularına hâkim oldu, seni bana mecbur kıldı adeta, oysa ben mecburdum sana… Bunu bilen ben değildim. Ben olduğunu sandığım, ben olmadığım bendim.

Bir kitap okuyordun dalgın.. Kendini kaptırırdın kitap okurken kitaptaki hikâyeye. Zihninde canlandırır, yaşardın olanları adeta. İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı. Sende onlar gibi seviyor, onlar gibi gülüyor, onlar kadar üzülüyordun. Öldüklerinde tanıdığın biri ölmüş gibi hissediyordun… Genç bir adamı öldürdüler romanda. Zihninde onu ben olarak düşünmüştün daima. Hikâyenin içindeki ben olarak görüyordun onu. Onun sevdiği kadın ise sendin. Gerçekte olmasa bile hikâyenin içerisinde kavuşacaktık, olmadı. Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın… O karakteri beni sevdiğin gibi sevmiştin. Ve o gitmişti, benim gittiğim gibi… O ölen ben değildim…


NOT: İtalik olarak yazılı olan mısralar Özdemir Asaf’ın “Ben Değildim” şiiridir.

10.11.2013

1881 - 193∞

        Bugün 10 Kasım. Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti için ulusal yas günü. Bugün ülke olarak babamızı kaybettiğimiz gün. Bugün, her şeyi borçlu olduğumuz o sarı saçlı mavi gözlü delikanlıyı yitirdiğimiz gün.
         
        Tüm dünyaya her açıdan örnek olmayı başaran biri o. Yapmış olduğu şeyleri gerçekleştirirken sadeliğinden bir şey yitirmemiş bir adam o. Adam gibi adam o. Kendisinin de söylediği gibi, kendini bildi bileli düşünceleri hep farklı olmuş. Daima bir şeyleri değiştirmek, geliştirmek istemiş. O muhteşem kalbindeki sevgi ve istek ile de bunu adım adım başarmış birisi Mustafa, ya da kendisi ile aynı adı taşıyan matematik öğretmeninin söylediği gibi; Mustafa Kemal.

Pek çok kişi Mustafa Kemal’in istiklal mücadelesinin 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ayak bastığı zaman başladığına inanır. Oysa bu genç adam henüz öğrencilik yıllarından itibaren çevresini ve ülkesini incelemiş, düşünmüş ve yapılması gerekenleri düşünmüştür. Düşünmekle de kalmamış, fikirlerini cesurca anlatarak insanların ufkunu genişletmeye çabalamış, düzeni daha iyi bir hale getirmeye çabalamıştır. Bu nedenle de daima göz önünde tutulan, dikkat edilen biri olmuştur.

1915 yılında Çanakkale’de cephede askerlerine söylemiş olduğu sözler başlatmıştır Kurtuluş Savaşı’nı: “Ben size ölmeyi emrediyorum.” Verdiği bu emir sonucunda Anafartalar’da elde ettiği büyük başarı üzerine dönemin başkenti İstanbul’da bulunan gazeteler  “Anafartalar Kahramanı Miralay (Albay) Mustafa Kemal” manşetleri atmıştır.

1919 yılında Mondros mütarekesinin kararlarına göre doğu ordularını düzenlemek üzere Anadolu’ya gönderildi Mustafa Kemal. Bu onun aradığı fırsattı. Yıkılmış bir vatan Anadolu’dan direnişe geçebilirdi. Bu nedenle kendisi gibi düşünen dostları ile birlikte 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a geldi. Direniş başlıyordu.

Mustafa Kemal ve arkadaşları kimsenin yapamayacağı şeyler yaptılar. Pes etmiş bir ulusu, günümüzde “3-5 çapulcu” olarak adlandırılan idealist ve vatan sevgisi barındıran insanlar uyandırdı. Direniş giderek tüm memlekete yayıldı.

9 Eylül 1922’de Türk süvarileri İzmir’e girdiğinde donanma gemilerine yetişemeyen Yunan askerleri İzmir’i “yüzerek” terk etmek zorunda kaldılar. Düşman denize dökülmüş, Anadolu kurtulmuştu. Sıra İstanbul’a gelmişti.

Türk ordusu Eylül 1922’de İstanbul’a doğru ilerlemeye başladı. Bunu öğrenen İtalyan ve Fransız birlikleri İstanbul’u terk etti. İngiliz birlikleri ise savunma pozisyonuna geçti. Ankara hükümeti boğazların kontrolünü ve İstanbul’un boşaltılmasını istedi. İngiliz General Harrington bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Türk ordusu savaş pozisyonu aldı. İstanbul çarpışılarak geri alınacaktı. Bu sırada İngiltere’de Türk ordusu ile daha önce savaşmış ve hezimete uğramış olan başta Winston Churchill ve pek çok bakan toplu olarak istifa etti. Bu durum sonucunda İngilizler İstanbul’dan çekildi ve 6 Ekim 1922 günü Türk ordusu İstanbul’a girdi. Direniş başarı ile sonuçlanmıştı. Artık yapılması gereken değişikliklerin zamanı gelmişti.

Kurtuluş mücadelesi sona erdiğinde Mustafa Kemal her şeye sahipti. İstese kendisini yeni padişah olarak ilan edip devletin başına geçebilirdi. O dönemde kimse buna itiraz etmezdi. Ancak, o kimsenin yapmayacağı bir şey yaptı. Bu topraklara demokrasi getirdi. 29 Ekim 1923 günü, yani işgalin sona ermesinden sadece 1 yıl sonra Cumhuriyet ilan edildi. Bugünlerde yalnızca vekillere maaş zammı konusunda oy birliği ile karar alan TBMM, 29 Ekim 1923 günü oy birliği ile Mustafa Kemal’i Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı olarak seçti. Ayrıca yine TBMM, 1927, 1931 ve 1935 seçimlerinde de Mustafa Kemal’i Cumhurbaşkanı olarak seçmiştir. Mustafa Kemal, daha sonra soyadı kanunu ile yine meclis kararı ile “Atatürk” soyadını alacak, böylece tüm dünyada bilinen o isim oluşacaktır:

“Mustafa Kemal Atatürk”

Son 50 yılda görev alan hükümet başkanları ve başbakanlar yalnızca seçimlere yatırım yaparak görevde kalmayı amaçlıyor. Onlar için yol yapılması, çöplerin toplanması vb. şeyler bu ülke için yeterli. Hatta öyle ki, bu kişiler imkânsızlıklar içerisinden bir devlet kuran insanlara hakaret edecek kadar ileri gidip biz onlardan daha başarılıyız diyecek kadar da küstahtırlar. Oysa iktidar yalnızca devletin sosyal görevlerini yarım yamalak gerçekleştirerek var olamaz. Görüntüde bir iktidar olur ama aslında içi boştur. İşte size Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarından “bazıları”:

3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat kanunu ile tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı ve Milli Eğitim sağlandı.

17 Şubat 1925 tarihinde o an için devlet gelirlerinin %30’unu oluşturan Aşar Vergisi “köylüyü rahatlatmak için” kaldırıldı.

Ticari ve resmi ilişkilerde zorluk yaşandığı için 1 Ocak 1926’dan itibaren miladi takvim kullanılmaya başlandı. Gün 24 saate bölündü ve hayat buna göre düzenlendi. Türkiye Cumhuriyeti dünyaya bir adım daha yaklaştı.

1 Mart 1926’da İtalyan Zanerdelli Kanunu esas alınarak hazırlanmış olan Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girdi ve ülkenin adalet sistemi şekillendirildi.
1 Kasım 1928 gününden itibaren Latin Alfabesi kullanılmaya başlandı. Daha önce takvim ve saat değişiklikleri ile başlanan değişim alfabe değişimi ile bir adım daha ilerledi.

1930 seçimlerinde kadınlara yerel bölgelerde seçme ve seçilme hakkı verildi. 1934’te ise Türk kadını ulusal seçimlerde seçme ve seçilme hakkına kavuştu. Bugün dünyanın en modern ülkeleri olan pek çok ülkeden daha önce yapılan bu devrim bugün kadını hor görenlere seneler öncesinden verilmiş bir cevaptır.

21 Haziran 1934 tarihinde Soyadı Kanunu yürürlüğe girdi ve yurt içi ve yurt dışı bürokraside büyük kolaylık sağlandı.

10 Mayıs 1931 tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (Cumhuriyet Halk Partisi) programında yer alan Laiklik, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, İnkılapçılık ilkeleri 5 Şubat 1937 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na dâhil edilmiştir.

Fransızlara bağlı bir bölge olan Hatay şehrinin Türkiye’ye dâhil edilmesi için büyük çaba harcayan Mustafa Kemal Atatürk Hatay’ın Anadolu’nun bir parçası olduğunu ve bu parçanın elde edilmesi gerekliliğini belirtmiştir. Yapılan görüşmeler ve çalışmalar sonucunda Mustafa Kemal’in vefatından 2 ay önce Bağımsız Hatay Cumhuriyeti kurulmuş, 1939’da ise Hatay, Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır.
Mustafa Kemal’i anlatmak için kelimeler yetmez. Bu nedenle hepimiz onu babamız olarak gördük. Bugün babamızı kaybetmemizin yıl dönümü. Seni unutmayacağız Atam, kimse unutturamayacak seni. Onlar seni kötüledikçe sen daha da yüceleceksin. Senin ve tüm arkadaşlarının emekleri boşa gitmeyecek. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilelebet bu topraklarda var olacak.

8.11.2013

Üstadın Şiiri, Benim Satırlarım : No - 1 - AŞK

Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin, sıradan bir günde sıradan bir sokakta asla görülemeyecek kadar değerlisin. İnsan seninle tanışmak için dağları aşmalı, dere tepe düz gitmeli. Çünkü sen bir masal prensesisin. Seni bulmanın tek yolu var, o da imkânsızı başarmak…

Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin, samanlıkta iğne bulmak gibi benim için seni tanımak. O kadar değerli ki seninle olmak, dünyanın en şanslı insanı olmak gerek. Güzel, tatlı, akıllı ve özel…

Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür; yanında olmak yazın içinde kışı, kışın içinde yazı yaşamak gibi, farklı ve nadide. Seninle olmak komedinin içindeki dramı fark edip üzülmek, dramın içindeki ironiyi anlayıp gülümsemek gibi, altın gibi, asil.

Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin. Her şeyin içinde hiçlik, hiçliğin içinde her şey gibisin. Sen, hayatın ta kendisisin aslında. Sen, aşkın vücut bulmuş halisin.



< Bilgi: İtalik olarak yazılmış olan satırlar aslında birer mısra. Bu mısralar arka arkaya sıralandığında Özdemir Asaf’ın “Aşk” şiirini oluşturuyor. >

7.11.2013

Özdemir Asaf

Özdemir Asaf 11 Haziran 1923'te Ankara'da doğmuştur. Asıl adı Halit Özdemir Arun'dur. İlk ve ortaöğreniminin bir bölümünü Galatasaray Lisesi'nde yapmıştır. 1942 yılında ek bir sınava girerek Kabataş Erkek Lisesi'ne geçiş yaptı ve Kabataş Erkek Lisesi’nden mezun oldu. Eğitim hayatına İstanbul Üniversitesi'nde önce Hukuk Fakültesi'ne, sonra İktisat Fakültesi ve Gazetecilik Enstitüsü'nde devam ettiyse de 1947'de yükseköğrenimini yarıda bıraktı. Bir süre için sigorta prodüktörlüğü yaptı. Ayrıca bu süre zarfında “Zaman” ve “Tanin” gazetelerinde çevirmen olarak çalıştı. İlk yazısı 1939'da “Servetifünun – Uyanış” dergisinde çıkmıştır. 1951 yılında “Sanat Basımevi”ni kurarak matbaacılık yaşamına girmiş, kendi şiir kitaplarını basmıştır. 1955 yılında ise “Yuvarlak Masa Yayınları”nı kurmuştur.

İkilikler ve dörtlüklerden oluşan ilk şiirlerinde yoğun bir söyleyiş özelliği göze çarpmaktadır. İnsan - toplum ilişkilerine yönelik temaları konu edinmiş, konu edindiği temalar çerçevesinde düşündürücü bir şiir evreni kurmuştur.

Yazmış olduğu şiirler duygu ve düşünce yoğunluğuyla birlikte, alay ve taşlama şiirine de egemen olan öğelerdir. Şair, şiirlerinde insan ilişkilerinin toplumsal ve bireysel yanlarını “sen – ben” ikileminde ele almıştır. Çok kez kullanmış olduğu sevgi, ayrılık, ölüm temaları, son dönem şiirlerinde giderek yerini kaçış ve umutsuzluğun tedirginliğine bırakmıştır.

Şiirin bir görüşü yansıtması, bir iletisinin olması düşüncesinden yola çıkmıştır. Yuvarlağın Köşeleri adlı kitabında şiirin ve yazarın işlevi konusundaki görüşlerini dile getirmiştir. Batı şiiri ve geleneksel Türk şiirinden yararlanarak verdiği bileşim sanatını zenginleştirip geliştirmiştir.

Halit Özdemir Arun yani bilinen adıyla Özdemir Asaf 28 Ocak 1981 tarihinde İstanbul'da henüz 58 yaşında hayata veda etmiştir.

Şairin en ünlü sözü “Yalnızlık Paylaşılmaz” kitabında da yer verdiği “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz” sözüdür.

Yazarın yayınlanmış eserleri; Şiir kitabı olarak, “Dünya Kaçtı Gözüme (1955) - Sen Sen Sen (1956) - Bir Kapı Önünde (1957) - Yumuşaklıklar Değil (1962) - To Go To (1964 yılında Yıldız Moran’ın ingilizceye çevirdiği şiirler) - Nasılsın (1970) - Çiçekleri Yemeyin (1975) - Yalnızlık Paylaşılmaz (1978) ve ölümünden sonra yayınlanan ‘Benden Sonra Mutluluk (1984)’”tur.

          Deneme ve öykü türlerinde yazarın eserleri ise “Yuvarlağın Köşeleri 1 (Etika) (1961) - Yuvarlağın Köşeleri 2 (Etika) (1986) - Dün Yağmur Yağacak (Öykü) (1987) ve Özdemir Asafça (Deneme) (1988)”dır.

6.11.2013

Ayrılık Mektupları - Sonuç

Fırat,

Öncelikle şunu bilmeni istiyorum ki seni çok seviyorum ve daima seveceğim.

Ben seni hiçbir zaman hak etmedim. Sen beni çok sevdin, bana değer verdin, beni özel gördün ama ben bunları sana yapamadım. Seni sevdim, değer de verdim, ama sana layık olamadım.

Uzun zamandır bunları sana anlatmak istedim. Ancak gün geçtikçe her şey daha da zorlaştı. En sonunda da bu satırları yazmaktan başka çarem kalmadı.

Son altı aydır senden gizlediğim bir ilişkim var. Sen beni daima çok sevdin ama ben seni onu sevdiğim kadar sevemedim. Başlarda kaçmak istedim ondan ama yapamadım. Kalbimi fethetti resmen. Ondan başka şey düşünemez oldum.

Bir süre bunun geçici bir şey olduğuna inandırmaya çalıştım kendimi. Denedikçe daha çok bağladım ona, daha çok uzaklaştım senden. En sonunda da kararımı verdim. Onunla birlikte olmak istiyorum.

Üç buçuk ay sonra evlenmek için gün almıştık biliyorum, ama bu kararı vermek zorundaydım. Seninle evlenip hem seni hem de kendimi mutsuzluğa mahkûm edemezdim. Bu nedenle gidiyorum. Bir daha asla geri dönmemek üzere…

Bilmeni isterim ki, seni üzdüğüm için bende çok üzgünüm. Bir daha asla karşına çıkmayacağım, zaten bir yerde karşılaşırsak da kaçar giderim. Bu kadar çok utanıyorum işte.

Sana zarar vermek istemezdim. İnan bunu gerçekten istemezdim. Değerli birisin sen. Özel bir adamsın, ama benim özel insanım değilsin. Seni çok sevecek birini hak ediyorsun, benim gibi birini değil.

Dilerim o özel kadını en kısa sürede bulursun. Bu konuda tamamen beni suçlamanı istiyorum çünkü senin en ufak bir hatan bile olmadı bana karşı, mükemmeldin. Özür dilerim.

Bir anlamı yok biliyorum. Ancak söyleyecek de başka bir şey bulamıyorum.

Dilerim bir gün beni anlarsın. Böylece senin hiçbir suçun olmadığını da anlarsın.

Kendine iyi bak güzel adam.


Sevgi

5.11.2013

Ayrılık Mektupları - Gelişme

Nazlı,

Bundan beş sene önce seninle tanıştığımda kelimenin tek anlamı ile bir baş belasıydım. Amerika’dan yeni dönmüş, kendini bir şey sanan züppenin tekiydim. Yaptıklarım ile gurur duyuyordum, oysa utanmam gerekiyordu.

Sonra seninle tanıştım. İlk görüşte vuruldum sana. Ne taklalar attım sırf seninle baş başa kalabilmek için. Seni tanımak istememiştim. Kimse umurumda değildi. Niyetim de belliydi hani…

O gece sahilde kayaların üzerinde oturup konuşmuştuk ya. İşte o anda tüm düşüncelerim baştan sona değişivermişti. Seni tanımak istiyordum. Tanıdım da. Tanıdıkça da kendimden utandım. Utandıkça daha çok battım. Dibe vurmak üzereydim ki, sen elini uzattın bana.

Elini uzattın ve beni içinde olduğum bataklıktan kurtardın. Senin sayende okulumu bitirdim, senin sayende kavga etmeyi bıraktım, senin sayende gülümsemek diye bir şey olduğunu ve iyi hissettirdiğini fark ettim.

Tıpkı bir çocukmuşum gibi ilgilendin benimle. Aslında, bir çocuktum evet. Yaramaz bir çocuktum hem de. Ama sen umursamadın, bana değer verdin. Bana yardım ettin.

Ancak ben hiçbir zaman bu değere layık olamadım. Olmaya da çalışmadım aslında. Sen vardın çünkü. Sen beni düzeltiyordun, ne gerek vardı çaba göstermeye.

Derler ya, kaybedene kadar bilemezsin elindekinin değerini, aynen öyle işte.

Nazlı,

Ben yapmamam gereken bir şey yaptım. Senin bana gösterdiğin tüm sevgiyi çöpe attım. O anda bunun farkında bile değildim, çünkü yine sarhoştum. Sarhoştum çünkü sensiz de kendimi kontrol edebilirim sandım. Oysa ben beceriksizin tekiymişim.

Lafı daha fazla uzatmaya gerek yok. Ben seni aldattım. O anda hiçbir şey umurumda değildi ama sabahında hissettiğim şey… Ben kendimi hiç bu kadar aşağılık hissetmemiştim. Belki de ilk kez suçlu hissettim kendimi.

Burada bitiriyorum, çünkü ne yüzüne bakacak yüzüm, ne de sesini duyacak kadar direncim var. Yaptığım hata için çok üzgün olduğumu bilmeni istiyorum. Bunun mazeret olmadığını, olmayacağını çok iyi biliyorum. Bilmeni isterim ki bende kendimi suçluyorum. Tüm sorumluluğu alıyor ve seni rahat bırakıyorum.

Umarım seni çok seven biri çıkar karşına, en kısa zamanda. Seni hak edecek biri.


Cenk

4.11.2013

Ayrılık Mektupları - Giriş

Merve,

Ben bu satırları yazarken sen benim yanı başımda uyuyorsun. Kelimeleri bir araya getirmeye çalışırken durup durup sana bakıyorum, uyurken o kadar güzel görünüyorsun ki, anlatmaya kelimeler anlamsız kalıyor…

Bugün gün içerisinde ofiste genel değerlendirme toplantısı vardı. Herkes gözlerini dört açmış patronun söylediklerini dinliyordu. Benim de onlar gibi olmam gerekiyordu ama ben sadece geçen geceki tartışmamızı düşünüyordum.

Düşünüyorum hala, nasıl oldu da bu duruma geldik biz. Oysa ne kadar mutluyduk, değil mi? Ya da ben öyle olduğuna inandırmıştım kendini. Sekiz yıldır evliyiz, iki sene de birlikteliğimiz, on senedir yan yanayız. Bu sürede çok kez irili ufaklı tartışmalar yaşadık; ama sen ilk kez geçen gün bir şey söyledin bana, işte onu unutamıyorum. Daha doğrusu, hazmedemiyorum.

“Keşke düğün günü seni bırakacak cesaretim olsaydı da onunla kaçsaydım.”

Evlendiğimiz gün onunla konuştuğunu biliyordum. Ama ne konuşmuş olabileceğinizi hiç düşünmemiştim. Belki de düşünmek istememiştim, bilmiyorum. Ancak durumun böyle olduğunu asla tahmin edemezdim.

Anlıyorum ki, sen o gün gitmek istemişsin. Ama beni üzmemek için kalmışsın. Evet, herkesin söylediği gibi hassas ve duygusal bir adamım ben. Ancak sekiz yıl boyunca beni sevmeyen bir kadınla evli olmak…

Ben seni çok sevdim. Halen de çok seviyorum. Kimse seni benim gibi sevemeyecek, biliyorum. Beni üzmemek için büyük bir fedakârlık yaptığını da daha çok yeni farkediyorum. Benim yerimde bir başkası olsaydı şu anda sana minnettar olurdu. Ben değilim.

Eğer o gün beni terk etseydin çok üzülürdüm. Yıkılırdım, zor toparlanırdım. Ama toparlanırdım. En azından sekiz yıl boyunca bir yalanın içinde olmak zorunda kalmazdım. Ben seni her şeyden çok sevmiştim Merve. Onunla mutlu olacağımı biliyorum diyebilseydin bana, zaten sana git derdim. Çünkü ben seni senden vazgeçecek kadar çok seviyordum, seviyorum.

Seneler önce senin yapamadığını bugün ben senin için yapıyorum. Gidiyorum. Avukatıma vekâlet verdim, seninle en kısa sürede temasa geçecek ve bu evlilik sona erecek. Oturduğumuz evi tazminat olarak sana bırakacağım, senden tek istediğim özel eşyalarımı toplayarak avukatıma teslim etmen.

Böylece ikimizde özgür olacağız. Daha fazla bir yalanın içerisinde yaşamak zorunda kalmayacağız. Hiçbir şekilde benimle temasa geçmeye çalışma. Hayatımın sonuna kadar adını bile duymak istemiyorum.

Umarım mutlu olursun.
                                   
                                                                                                                       Kaan

3.11.2013

Sıcak Çikolata Günlükleri - 7

İnsan zaman zaman yalnız kalmak ister. Sakinleşmek, sadece kendi düşüncelerini duymak ister. Bunun en doğru kararı vermesinde etken olacağına inanır. Doğrudur da. Ama önemli olan buradaki o püf noktayı anlamaktır. Yalnız kalmak istemek illa ki herkesten kaçmak demek değildir.

Düşünmek istemektir. İnsan düşünmek ister. İnsan kendi kararını kendi vermek ister. Bundan daha tartışmasız bir durum olabilir mi?

Ancak yalnız kalıp da düşünmek demek çevrenizde size gerçekten değer veren tüm insanları bir anda yok saymak demek değildir. Bu insanlar size “kararın ne olursa olsun yanındayım” diyorsa artık bunun daha ötesi yoktur. Siz onlarla baş başa bile olsanız zaten yalnız kalmış sayılırsınız. Eğer bu size yetmiyorsa, demek ki siz o insanlara inanmıyor ve onlara en ufak bir seviyede dahi değer vermiyorsunuz demektir. Kısacası, sorun onlarda değil sizde demektir.

Yanlış bile olsa kendiniz için en doğru kararı siz verirsiniz. Dostların yapması gereken tek şey size seçenekleri hatırlatmaktır. Belki yeni bir seçenek yaratırsınız birdenbire, belki de o seçeneklerden birini seçersiniz. Bilirsiniz ki yolunuz hangi seçenek olursa olsun size gerçekten değer veren, sizi daima özel olarak görecek olan insanlar daima sizin yanınızda olacaklardır. Siz bunu istemiyorsanız bu insanların yapabileceği bir şey yoktur. Sizi kendi halinize bırakıp gitmek zorundadırlar…

Eğer birilerinin size olan sevgisinden korkuyorsanız siz o insanı o kadar sevmiyorsunuz demektir. Bahsettiğim şey aşk değil, dostluk. Bunu dile getirmekten korkarsınız ve bahaneler üreterek kaçarsınız ancak o kişi bunu çok iyi anlamıştır.


Bundan sonra ne olacaktır? Her şey birden eskisi gibi olabilir mi? Asla. Artık çok geç. Elbette bu sevgiyi bu değeri kaybeden kişi bu sevgiyi ve değeri yeniden kazanmak için bolca çaba harcamazsa.